Büyüyemeyen Çocukların Sessiz Şarkıları – Edebiyat

Müezzin olacak çocuk yasak saydığı bir aşkla Allah’ı arasında kaldığında neler çeker? Ne amansız bir araftır o! Baba öğretisiyle kalbin çarpışmasıdır. İçten gelen iki dürtünün çekişmesidir. Her halükârda acıtacak, iz bırakacak, ömür boyu hatırlanacak, bir gün mutlaka bir şeyler yazdıracaktır. Enes Can “Minaredeki Güvercinler” ile başlıyor Büyüyemeyen Çocukların Şarkısı isimli öykü kitabına. Ezanla çocukluk aşkı arasında kalışını ince ince işliyor. Ya da eğer bu bir kurguysa durumun gerçekliğinden şüphe ettirmeyecek kadar giriyor o duygunun derinliklerine. İnsan büyüdükçe bazı işlerin “zaten olmayacakmış”lığını görür ve kabullenir ya hani; büyüyemeyen çocuklar görmüyor, kabullenmiyor. Bir şarkı olarak kalsın istiyor; hep söylensin, unutulmasın, vazgeçilmesin istiyor.

İkinci öyküsünde baba imgesini biraz daha somutlaştırıyor Enes Can. Ailesi için çalışan ama ailesine kör bir babayı yargılayarak aslında vicdanının muhasebesine girişiyor. Ailesinin imkânsızlıklarından büyük şehrin mutluluğuna kaçan, orada kendisini kaybedip gerisingeri ailesinin kucağına düşen bir genç üzerinden yapıyor bu muhasebeyi ama bu sefer eve dönüş aşamasına biraz hızlı geçiyor. Sanki kaçışının haksız çıkacağını peşinen biliyormuş gibi acele etmiş, büyük şehirdeki çöküşünü biraz daha irdeleyebilirmiş gibi hissettiriyor. Çünkü odağında baba var. Kör ama her şeyin farkında olan o baba, içinde bir özlem olmuş büyümüş. “Kapıdaki Hüzün” adlı bu öykünün “Çatırdayan Aynalar” başlıklı ikinci bölümünde, tek başına boğazından geçmeyeceği için okuruyla paylaştığı düğümü yutuyor Enes Can. Öyküyü babasının babasına taşıyor ve babadan oğula, oğuldan toruna geçen o kasvetli mirasa, o kaçınılmaz huy meselesine, o atsan atılmaz satsan satılmaz görgü yüküne lanet ediyor içten içe. Babasının hayata karşı körlüğünü, daha güzel bir hayatı hiç görmemiş oluşuna bağlıyor. Onun içinde kora dönüşmüş olan alevin kendisindeki cılız ateşten çok daha yakıcı olduğunu fark edip onun kadar yanmamış olduğuna şükrediyor.

“Pencereden” atlayarak intihar eden hala hikâyesi merak uyandırmak konusunda oldukça başarılı giriş ve gelişme bölümlerinden sonra maddî eşitsizliğe dayalı bir duygu çözümlemesinde sönümleniyor ve okuru intiharın sebebine dair merakıyla baş başa bırakıyor. Bu öyküdeki pencere imgesi önceki hikâyelerdeki aşık olunan kızın ve büyük şehir hayatının yerini almış. Bu hikâyede de garipliğin esiri olmuş insan o mutluluk vadeden pencereden atlayarak hayattan kopuyor. Her daim mutlu bir kadın olan halasının sebebi belirsiz intiharında kendi öfkesini arayan, ezilmişliğini bulan anlatıcı, aslında aynı hikâyeyi bu kez bambaşka bir açıdan anlatıyor.

Tak Tak Tak Şahika, Efsunlu Sarmaşık ve Aşeka sıradaki öykünün üç bölümü. Enes Can uzun öyküleri bölümlere ayırarak hem bağlamı bir düzene sokmuş hem de okumayı kolaylaştırmış. Bu öyküsünde, çalıştığı kurumun müdürünün yolsuzluklarını ifşa ettiği için başı derde giren bir genç başrolde. Efsunlu bir kıza aşık olan Necati, başlarda kusursuz bir anne gibi görünen annesinin, aşkına karşı çıkmasıyla sınanıyor. Necati’nin, iş hayatında ahlaksız düzene ve aşk hayatında da el alemin normaline karşı çıkışları eş zamanlı ilerliyor, bir başkaldırıya dönüşüyor. Pencere-intihar ikilisi, otorite konumundaki anne, ulaşılamayan sevda gibi kesişme noktalarına bu öyküde de rastlıyoruz. Necati’nin iş yerindeki konumu ile aşk ilişkisindeki konumu bu öyküde birbirini dengeleyecek zıtlıkta olmasına ve eşitsizlik serzenişine gerek bırakmamasına rağmen kahramanın son tahlilde yine kazanan olamayışı ve aklını yitirişi bu dünyada huzur bulunamayacağına inancın bir dışa vurumu gibi görünüyor. Kendisini aklî olandan kaçıp kalbî olana sığınmaya bile hazırlamış olan kahramanımız o ihtimal de elinden alınınca bir kez daha duruluyor, bir kez daha Allah zikrinde karar kılıyor. Bu karar makamının her zaman hür bir seçim olmadığını, bazen istemeyerek varılsa da razı olunan bir son durak olduğunu hissediyoruz. Öyküsünün kahramanına yüklediği bu hâli bir naz makamı olarak kabul edip yazarın yaratıcısına ettiği tatlı sitemin vebalinden kurtulmak istediğini mi düşünsek yoksa ona olan küçük kırgınlığından pişman olduğunu mu, bilmem. Belki de edebiyat bize arada bir gönlümüzü ferahlatabilmek için böyle imkânlar sağlıyordur.

On başlık altında yedi öykü içeren kitabın sonuna yaklaşırken “Yoksulluk Kokusu” adlı öyküde nispeten daha iyimser bir finalle karşılaşıyoruz. Enes Can’ın öykülerinde çocukluk hatıralarının izlerini sıkça görmek mümkün. Uzun zamandır görülmeyen, akıbeti belirsiz hayatlar sürmüş olmaları kuvvetle muhtemel komşular, akrabalar, arkadaşlar onun zihninde yaşamaya devam etmiş, günü geldiğinde gerçek hayatlarından farklı biçimlerde, bambaşka dünyaların insanları olarak bir öyküde gün yüzüne çıkmışlar gibi. Dünyanın büyüttüğü insanlarla yazarın zihninin büyüttüğü insanlar arasında açılan makas, yazarın hayal kırıklıklarını yansıtabileceği gibi dünyanın sürprizlerini de yansıtıyor olabilir. Yoksulluk kokusunu üzerinden atan Şefika Teyze, öykülerin diğer kadınları gibi, zorlu hayata kahkahalarla mukabele eden ama bu defa bir tevafuk eseri rahata kavuşan bir kadındır. Yazar Şefika teyzeye kıyamamış, onun komşu çocuğunu öz evladından ayırmayan sevecen tavrını ahir ömür mutluluğuyla ödüllendirmiş.

Ama “Büyüyemeyen” bir kez daha ortaya çıkaracaktır içte kalan sızıyı. Söylenemediği için günden güne büyüyen ve habis bir ura dönüşen kara lekeyi anlatır. Öyküyü okuyan bütün yeni yetmelere büyümüş çocukların ilk öğüdünü fısıldar. Seviyorsan git konuş, der. Beğendiysen, hoşlandıysan sakın ha sakın erteleme, der. Sonra yaşlanırsın ama büyüyemezsin; öylece kalakalırsın, der. Otoriter bir anne ve onun dümen suyunda giden iki ablanın ilgisi altında büyüyen Kız Tarık’ın sessiz sevdasıyla anlatır bu meseleyi.

Yine üç bölüm hâlinde “Homurtular” başlığı altında okura sunulmuş son metin durum/olay çerçevesinden iyice uzaklaşmış, karakterin iç dünyasını yansıtma çabasıyla tam olarak öykü tanımına girmiş bir metin. Boşanma/ayrılık ve hemen akabinde kendini arayış temasıyla ilerliyor. Buzdolabı homurtusu ile cırcır böceği cırıltısı arasına sıkışan bir karamsarlık örgüsü. İnsan dırdırına tercih edilen senfonik bunalımlardan dem vuruyor. Birlikte erişilemeyen hayallerden yalnız kâbuslara geçiş yapmak, çıkmaz sokaklarda dolaşmak gibi bir tadı var.

“Büyüyemeyen Çocukların Şarkısı” Enes Can’ın dilinin olgunlaşmakta olduğunu gösteriyor. Akıcılığı, doğallığı, tanıdıklığı ve okuru metinde tutuşu metnin kuvvetli yanları olarak sayılabilir. Eksik birkaç virgül ve ani kip değişiklikleri dışında önemli bir dil sorunu kalmamış. Etrafındaki insanlara yönelttiği gözlem kabiliyetiyle dağılmayan kurgular oluşturabilmiş ve aktarmak istediği duyguları büyük ölçüde aktarmış. Daha önce çocuklara yönelik metin denemelerini inceleme fırsatım olmuş ve yazmaya devam etmesini beklemiştim. İlkinden dört yıl sonra gelen bu ikinci öykü kitabında önemli aşama kaydettiğini fark ediyor ve önünün açık olduğunu görüyorum. Büyüyemeyen çocuklar hiç büyümesin ama şarkıları daim olsun.

Büyüyemeyen Çocukların Şarkısı

Enes Can

Ahenk Kitap

2025 Mart

103 Sayfa


Yazar: A. Erkan AKAY
Yayın Tarihi: 22.09.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 16.09.2025 17:28

Başa dön tuşu